Adaya güneş daha farklı doğuyordu sanki, daha bir parlak, daha bir güzel. Önce bir geleceğinin habercisi olarak gökyüzünü aydınlatıyor, ardından da ufukta parlak yüzünü gösteriyordu adaya. Sapsarı ışığı, denizde yansıyarak daha güzel bir manzara gösteriyordu gören gözlere. Sahilde bu manzaranın keyfini çıkartan kişiler vardı. Ama, manzaraya umutsuzluk perdesi ardından bakıyorlardı. Kaybolduklarını, kaçırıldıklarını düşünmekten alıkoyamıyorlardı kendilerini. Ama bu kayıp adada hayatlarının ne kadar değişeceğini tahmin bile edemezlerdi.
Aydınlanınca sahil tarafına döndü Seth ve Daisy’nin gözleri. Gözlerini açan insanlar bir kere daha kâbusa uyandıklarını sanıyorlardı. Ama bazıları öyle düşünmüyordu eski, berbat, çamura batmış hayatlarından kurtulmuşlardı ve yeni bir şans vardı onlar için. Hiç tanımadığı insanlarla yepyeni ve yanlışsız bir hayata başlayacaklardı. Pişman oldukları karanlık kimliklerinden kurtulup, istedikleri yaşama başlayabileceklerdi. Bu, bu adada mutlu olabilmenin tek yoluydu.
“Kim bu insanlar?” dedi Daisy meraklı bir ses tonuyla. Aslında her zaman meraklıydı o, sürekli bir şeyler sorardı. Çocukluğundan beri böyleydi bu, o sorar Seth cevaplardı.
“Her birinin adaya gelmesi için bir sebebi var. Kendi dertlerini dünyanın en büyük derdi olduğunu sanıyorlardı. Başka kimseyi düşünmüyorlardı. Şimdi, en büyük dertleri hayatta kalmak olacak ve bu, gerçekten onlar için dünyanın en büyük derdi. Ve, hayatta kalmak için birlikte kalmak zorundalar.”
“Ölenler olacak mı yani?”
“Evet.”
“Peki, biz onlara yardım edemez miyiz?”
“Biz onlara yardım edersek buraya gelmelerinin bir anlamı kalmaz Daisy.”
“Peki ya onlar bizi bulurlarsa?”
“Bulamazlar, biz ortaya çıkmadıkça kimse bizi bulamaz.”
Düşüncelere dalmıştı Daisy. İlk defa adada başka birilerini görüyordu, içinden gidip onlara yardım etmek, yol göstermek geliyordu ama bunu yapmayacaktı. Seth, Daisy’ye güveniyordu.
“Kaç gün oldu onlar geleli?”
“Üçüncü sabahları.”
Birkaç saniye sonra bir şey farketti Daisy.
"Peki, şu ufuktaki bir gemi mi?"
"Evet."
...