Kayıp Ada
Rp dünyasında eşi benzeri olmayan bu adada, yaşamayı göze alıyor musun? Grup savaşlarının yanında açlık mücadelesi, adadan kurtulmanın umudu ve diğer bir çok gizemli olaylar.

Eğer sen de kendine güveniyor ve adada yaşayabileceğini düşünüyorsan üye ol!







Ada, uyanıyor!...
Kayıp Ada
Rp dünyasında eşi benzeri olmayan bu adada, yaşamayı göze alıyor musun? Grup savaşlarının yanında açlık mücadelesi, adadan kurtulmanın umudu ve diğer bir çok gizemli olaylar.

Eğer sen de kendine güveniyor ve adada yaşayabileceğini düşünüyorsan üye ol!







Ada, uyanıyor!...
Kayıp Ada
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Kayıp Ada'da Bir Şeyler Oluyor
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Jonhaq

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Jonhaq Remuble
Çaylak Aday
Çaylak Aday
Jonhaq Remuble


Rp Partneri : Evie Anna Stone kayboldu XD
Mesaj Sayısı : 37
Liderlik Kapasitesi : 0
Kayıt tarihi : 16/06/10
Yaş : 29
Nerden : Manisa

Jonhaq Empty
MesajKonu: Jonhaq   Jonhaq I_icon_minitimeÇarş. Haz. 16, 2010 4:22 pm

TÜM RPLER BİRBİRİYLE BAĞLANTILIDIR.


Babamın Peşinden


Sofya'da evimin önündeki küçük çeşmenin yanı başında oturmuş bekliyordum. Bembeyaz kar bütün dünyayı kaplamış gibi duruyordu. Siyah saçlarım,kirlenmiş ayakkabılarım benim ailemden öte bir parçam gibiydi. "Stan! Buraya gel!... Sana kaç defa söyleyeceğim bu kadar soğuk havada dışarı çıkma diye." annem;o ünlü haykırışlarından birisini yapıyordu. Annem uzun boylu siyah saçlı ve çok çok zayıf bir kadındır. Mutevazi bir kişiliğe sahiptir ve varyemez teyze olarak koca Sofya'da ün salmıştır. Babamın işleri yüzünden garip bir otelde kalmak zorundaydık. Genelde babamın işlerine burnunu sokarım ve ağzımın payını fazlasıyla alırım. Babam annemden kasıt biraz daha kısadır. Uzun ve ince bir sakalı vardır. Beni sakalından daha çok sevdiğini düşünür dururdum. Şu alçak Sihir Bakanlığı babamın işine son vericekti. Babamın bir ölüm yiyen olduğunu düşünüyorlar. Her soruşturmada babamın mızraklı kafese sokulması içimi cız ediyor. Onun Azkabana gonderilmesinden çok korkuyordum. Durmstrang büyücülük okulu, hayallerimi süsleyen ilk okul olmuştu. Babam okulda müdürdü. Ailemle gurur duyuyordum,bütün notlarımın harika gelmesinde babamın büyük bir etkisi vardı. Binadan bazı öğrenciler "Şike!" diye ayaklanmaya başlamışlardı bile! Yatakhanede oturur dururdum yanıbaşımda ötüşen diğer öğrencilerin baykuşları sinirimi bozmaktan başka bir işe yaramazdı. Dersimi bitirir ve babamın çalışma odasına giderdim her akşam. "Diğer öğrencilerle aram çok bozuk,benim bir hain olduğumu düşünüyorlar baba!" diye babamın başının etini yemiştim her akşam. O gece bir mektup geldi. Esrar dairesinden olduğu söyleniyordu. Babam mektubu eline alır almaz siniri yüzünden anlaşılıyordu.Bana doğru kafasını döndürdü ve "Çık dışarı evlat!" diye başırmıştı. Ne yapacağımı bilemeden şans eseri kendimi kapı dışında buluvermiştim. Ne ara yürümüştüm? Ne ara buraya gelmiştim hiçbir şey bilmiyordum. Tek bildiğim babamın okuldan ya atılacağı yada uzaklaştırılacağıydı. Ortak salonda işler yaver gitmiyordu. Her önüne gelen bana vuruyor veya "Baban nasıl Stan? İşleri yolunda gitmiyor gibi!" deyip gülüyüyorlardı. Babamın işlerinin yolunda gitmemesi benim suçum değildi. Öğrencilik hayatımı Durmstrang'da bitireceğim aklımın ucundan bir anda yok oluvermişti. Olanlar hayallerimi yağmalıyordu. Babamın odasındaki balkon Durmstrang okulunun ön bahçesine bakıyordu. Tam,öğrencilerden bıkmış okulun dışına çıkmıştım ki babam birden balkona fırlayıverdi ve "Hepsi yalan! Beni bu okuldan atamazsınız!" diye haykırmıştı. Balkonun hemen aşağısından babama bakakalmıştım. Elinde sarı bir mektup vardı. Tuttu ve tüm gücüyle aşağı fırlatıp "Ahuaaa!!" diye haykırmıştı. Bende ne yapacağımı bilemeyip birden tonlarca öğrencinin arasından mektuba dadanmıştım. Mektupda şöyle yazıyordu : "Öğrencilere yasadışı büyü etkisi ile yasa ihlali sonucu Durmstrang müdürlüğünden atılmış bulunmaktasınız esenlikler dileriz. Sihir Bakanlığı.. " Sonu bilinen yolun çıkmazına gelmiştik artık. Babam Sihir bakanlığının kararıyla atılmıştı. Neler hissettiğini çok iyi anlıyordum. Bir büyücü yanıma gelip elimden mektubu aldı ve "Vay vay bakıyoruz Ianevski'lerin soyu tükeniyor. HAH! Esenlikler dileriz Sihir Bakanlığı!! Hah! Sonunuz buydu bunu sende biliyorsun Stanislav!" demişti. Ben genç çocukla didişirken babam valizini hazırlamış çoktan çıkıyordu bile. Büyücüye baktım ve "Canın cehenneme genç soytarı!" diye bağırmıştım. Yanında hemen iki iri yarı üçüncü sınıf boş kafalılar bitiverdi. "Ne kadar cesursunuz? Üçe karşı birmi?!" diye söylendim büyücülere. "Üçe karşı bir değil. Biz tek yüreğiz.Değilmi Jamie !" demişlerdi. Resmen bunların kafalarında beyin yoktu. Ya bir soğan cücüğü yada bir sincabın kırmaya çalıştığı çatlak bir fındıkla dolaşıyorlardı. "Sizinle burada kavga etmeyeceğim." deyip olayı yatıştırmaya çalışmıştım ve babam ana kapıdan dışarı çıktı. Hızla at arabasına yöneliyorlardı. Büyücüler içlerinden fısıldayarak "Yürü anca gidersin..." ve benzeri saçma hakaretler yağdırıyorlardı biricik babama. Pekde biricik sayılmazdı fakat yinede tam bir babaydı. Yiğitti,mertti bir büyünün yapamayacağı şeyleri aklıyla yapabilirdi. Annem Rosa yine her zamanki gibi kapının bitişiğinde bekleyip hıçkırıklara boğulmuştu. Bir kaç hademe annemi susturmaya çalışıp "İçeri girin bayan,üzülmeyin" tarzı yatıştırmalar kullanmıştı. Babam Igor,at arabasının yanıbaşına geldi ve "Ahhey!" diye bağırmıştı. Annem daha da hıçkırıkla ağlıyordu. Sinirlerimi bozmakta herkes üstündü bu gün. Yeteneklerim benimle birlikte mezara kadar gitmeliydi. Fakat burda artık birşey öğrenemezdim. Hogwarts'a gitmeliydim. Babamın işine son verilmişti. Fakat sadece Durmstrang için geçerliydi. Hogwarts'da iş bulabileceğini bize mektupla bildirmiş ve annemin yüzünde gülücükler açıyordu. Annem delirmiş olmalıydı ki babamın Azkaban hapishanesine kapatılacağını sanıyordu. Annem okulun revirinde görev alıyordu. Genelde yanlış büyü yapılmış hastalara bakıyor ve onları iyileştiriyordu. Bu işte usta olan simalardan en başında yer alanlardandı. Ailemle gurur duymamın başlıca sebeplerinden biri işte bunlardı. Ertesi gün,quidditch maçına hazırlanmam gerekiyordu. Sabah erkenden yataktan fırladım ve "Geç kaldım,geç kaldım!" diye söylene söylene pelerinimi ve üniformamı alelacele giymiştim. Annem "Sen her zamanki gibi hazırsın tatlım." diye beni yatıştırmaya çalışıyordu. Üniformamı giyer giymez beyaz ayna dediğim aynanın önüne geçtim. Bu ayna kendimi nasıl gördüğümü bana söylüyordu. Aynanın ağzı çıktı ve "Cesur,kuvvet,mertlik" demişti. Bende ellerimi silkerek "Hıh,tamda istediklerim." dedim ve annem bir an sözümü kesti. "Birşey unutmuyormusun?" diye sordu. Bende şaşırmışcasına kaşlarımı kaldırdım ve kafamı kaşımıştım. En önemli şeyi unuttuğum son anda aklıma gelmişti. Süpürgemi unutmuştum,bu süpürgeyi bana babam emanet etmişti. "Ateş oku" süpürgesiydi. Gerçekten mükemmel bir hızı ve durma,dönme kabiliyeti vardı. Bu maçı alacağız diye bir iç çekmiştim. Sabah erken erken quidditch sahasına koşturmuştum. Süpürgemi denemek için sabah saatleri idealdi. Süpürgemi yere koydum,elimi süpürgenin izasında tuttum ve ve "Kalk!" diye bağırdım. Ateş oku,elime küt diye yapışmıştı. Sonra bindim ve ayağımı yere vurarvurmaz. Bir anda kendimi gökyüzünde buluverdim. Bulutlarla yarışıyordum sanki. Bir iki güvercine çarptıktan sonra yere indim ve "İşte bu benim maçı kazanmamı sağlayacak." diye söylenmiştim. Birkaç snitch yakalama antremanı yaptıktan sonra. Maç saati gelmişti,içeri girdim ve arkadaşlarımla "Bu maçı yeneceğiz." diye elimizi birleştirip bağırmıştık. Maçın başlamasıyla kafama bir bludger geldi ve başlar başlamaz kendimi bir anda yerde buluverdim. Rakip takımın oyuncuları bana bakarak kahkaha atıyordu. Yukarı baktım ve "Ne gülüyorsunuz be! İşinize bakın!" diye homurdandım. Onlarda zaten beni pek takmıyordu,yine aynı şekilde aldırmayıp sayı atmaya başladılar. 10..20..30.. ve 40-0 yeniliyorduk. Maçın kaderi bana bağlıydı. Şans eseri etrafa bakınırken snitch kafama çarpmıştı ve sıyrılıp yoluna devam etti. Bir kanadı çatlamıştı altın snitch'in . Bende fırsat bilip peşinden gittim. Aramızda pek mesafe kalmamıştı ki rakip oyuncu tekrar kafama bludger atmayı denedi fakat bu sefer ıska geçti ve kendi tutucusunu vurmuştu. Kendi aralarında "Beceriksiz!" diye söyleniyorlardı. Snitch'in peşinden gitmiştim. Rakip arayıcıda benim peşimden geliyordu ondaki süpürgenin markası bile yoktu.Süpürgenin bütün kılları bir oraya bir buraya saçılmıştı. Çok eski ve kullanışsız bir süpürgesi vardı. Vursan kırılacaktı,rakip arayıcı yanıma geldi ve beni tekmelemeye başlamıştı. Bende sinirlenip onun süpürgesine bir tekme attım ve süpürgesi ortadan ikiye ayrıldı. Genç arayıcı havada savrularak yere düşmüştü.Tribüne bakmıştım,annemden başka tanıdık bir sima gözükmüyor gibiydi. Bir kulenin kenarına baktım ve babamı görmüştüm. "Babaa!!" diye bağırarak el sallamıştım. Fakat bunun bir hayal olduğunu bilmiyordum. O benim babam değildi,okulun hademesi bay Zimbu'ydu. Bana doğru kafasını çevirdi ve "Neler oluyor ufaklık baban şuanda başka evrenlerde geziyor." diye bağırdı ve kıs kıs gülmüştü. Ona aşırı derecede sinirlenmiştim. Snitchin peşinden gitmeye devam ettim. Fakat durmadan rakip takım bize sayı atıyordu 80-0..90-0.. ve snitchin kırık kanadını parmağımın ucuna deydirmiştim. Bu kariyerimdeki en büyük başarıydı şu ana kadar. Parmağımı snitchden çektim ve süpürgenin üzerine çıkmıştım. Bu arada yerde yatan rakip arayıcıyıda bir kaç hekim ve annem revire taşıyorlardı. Süpürgenin üzerinde dengemi sağlamaya çalışıyordum. Süpürgenin en uç noktasına bir adım attım ve süpürgeden atladım. Havada "Auaaa!!!" diye bağırarak snitchi tutmaya çalışıyordum. Snitchi tam tuttum derken snitch üniformamdan içeri girmişti. Takımdaki bütün oyuncular yanıma geldi ve üniformamın kollarını ve boynumu tuttu. Snitchin içimde dolaşışını hissedebiliyordum. Dolaştı dolaştı ve sağ paçamdan dışarı çıktı. Elime almıştım ve havaya kaldırdım. Annem yaralı arayıcıyı götürürken arkasına dönüp "İşte benim oğlum!" diye bağırmıştı. Sevincimi takım arkadaşlarımla paylaşıyordum. Olağanüstü bir başarı sağladığımı düşünüyorlardı.Odaya geldiğimde arkadaşlarımla güle oynaya geliyorduk. Kapıya kadar geçirdiler ve "İyi akşamlar." diyerek odadan uzaklaştılar. Benim ilk işim yatağıma zıplayıp babama mektup yazmak oldu. "Baba,durmstrang'da çok acı çekiyorum. Senin Hogwarts'da profesör olduğunu duydum. Bugün bir quidditch maçı kazandık. Hogwarts'a gelmem mümkünmü?" yazmıştım. Baykuşumu kafesten çıkardım ve yolladım. Dolunay gökyüzünü aydınlatıyordu. Bulut dolunayın enfes ışıklarını süzüyordu. Odamın penceresinden baykuşum giderken bakakalmıştım. Hogwarts'ı istiyordum.. Diğer sabah baykuşum geri dönmüştü. Penceremin kenarında çığlıklar atıyordu. Hemen pencereyi açmıştım ve mektubu aldım. Mektupda "Burada senin gibi arayıcılar ve büyücüler için her zaman yer var. Bu Pazartesi Durmstrang'dan çık ve tabelanın yanıbaşındaki hippogrif'e bin o yolu biliyor." yazıyordu. Anneme haber vermeden bir çırpıda eşyalarıma baktım ve "Pack!" diye bağırdım. Hepsi birden toparlanıvermişti. Üniformamı giyip botlarımı yarım bağlamıştım. Kapıyı açtım ve kaçarcasına Durmstrang Büyücülük Okulu'ndan uzaklaştım. Babamın mektupta yazdığı gibi tabelanın yanında bir hippogrif vardı. Siyah tüyleri vardı kafasında beyaz beyaz benekler vardı. Çok asi bir yaratığa benziyordu. Elimi uzattım ve selam verdim . Beni tanıyor gibi duruyordu. Kafasını kaldırıp indiriyordu. Yanına yaklaştım ve üzerine bindim. Hippogrif bir anda yerden kalktı ve esrarengiz bir şekilde gölün kenarından havalandı. Artık Durmstrang okulu bir böcek gibi gözüküyordu. Bulutların arasından geçiyorduk.. Hogwarts'a gelmem çok kısa sürdü. Hippogrif yere iner inmez kapının kenarında bekleyen babam beni karşıladı. "Hoşgeldin evlat gel buraya Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okuluna Hoşgeldin.." Hogwarts Hayatım başlamıştı. Yine babamla,yalnız babamla...

Durmstrang'lı Varis

Gecenin kör karanlığında sakalımı burup,yıldızları izliyordum.Hogwarts'a transfer olacak bir delikanlının nevsini kaybetmesini istemiyordum.Burada iyiydim fakat ölüm yiyenler Durmstrang'ı rahat bırakmıyordu.Açıkça söylemek gerekirse yedinci sınıfta olduğum için Hogwarts'a beni göndermeleri anlamsızdı.Zaten bir sene sonra mezun oluyordum!Onları hissedebiliyordum,içimde bir yerdeydiler.Ölüm yiyen olmamı gösterebilecek herhangi bir açık,kellemi soğuk asanın ucuna bırakabilirdi. Bunun olmasını istemiyordum. İşte bu yüzden Hogwarts'a gitmeliydim,duyduğuma göre Hogwarts'ın garip profesörleri ve işe yaramaz öğrencileri varmış.Bunları adam etmenin görevini benden başka kim üstlenebilirdi ki? Kirli kırmızı bavulumu giymiş ince sakalımı kesmiştim.Malum Hogwarts'ta sakal bir öğrenciye göre pek hoş karşılanmaz.Fakat Bulgaristan'da böyle değil.Durmstrang'ın her yerinde uzun saçlılar , kirpi bıyıklılar dolaşıyor.Aynaya bakıp kesilen sakalımı hasretle anıyor.Bir yandanda kendi kendime "Ne kadar yakışıklı olmuşum." diye söyleniyordum.İşin içine bıyık altında gülmek de eklenilebilir tabii.Ne de olsa öğrenciyiz,müdür değiliz ya Hogwarts'ı işletelim? Giderken büyük bir at arabası beni kapının önünde bekliyordu.Gitmeden evvel eski profesörlerime ve öğrencilerime "Hoşçakalın,unutmayın iyilere asla güvenmeyin ve asla inanmayın.." diye buyruklar konuşlandırıyordum.Bu söz Durmstrang'ın sloganıydı,gerçektende doğruydu bu saçma slogan.Umarım Hogwarts'daki delikanlılar benim gizli bir kötü olduğumu öğrenince düşüp bayılmazlar..
At arabasına doğru giden taşlarla dizilmiş yola ve kayalara basarak ilerledim. At arabası tam karşımda duruyordu.Atların kişneyişleri kulaklarımın pasını silkmekle kalmıyor ayrıca Hogwarts'ın müdürlerinin seslerine benzetip kıs kıs gülüyordum.At arabasına binmeden önce bavulları yerleştirdim ve Durmstrang okuluna bağırdım "Görüşürüz....!!! Mektup bırakırım...!!!!" diye haykırdım.Aralarından bazıları ağlıyordu benim gittiğim için.Buna eski sevgilim Rose dahildi.Duygu sömürüsü yapmamak için koşar adımlarla at arabasının eskimiş ve araları paslanmış koltuğuna zıpladım ve arabacıya bağırdım "...Ahheyaa!!..." Boğazımda yumruk vardı,ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.Fakat ağlamamalıydım,ben rütbeli ve itibarlı bir Bulgar öğrencisiydim. Sadece kıytırık bir okula transfer oluyordum o kadar.
Hogwarts'a yolculuk umduğumdan çok..çok uzun sürdü.Yolculuğumda bir kitap yazmıştım "Day of the patience." (Türkçe = Sabır günü) Kitabımda yolculuk öncesi yaptığım duelloları ve kazandığım quidditch kupalarını sıralamıştım.Gerçekten çok harika bir kitap çıkmıştı ortaya.Geceler gündüzler geçti ve o Hogwarts'ın sihirli ve kıytırık kapılarından birine varmıştık.Arabanın penceresinden kafamı uzattım ve "Ahh.. Ah.. Kıytırık büyücülerin okuluna hoşbulduk.." demiştim küçümsercesine.
Gıcırdayan kapıdan aşağı indiğimde ihtişamlı dev gibi bir okul vardı yanıbaşımda.Hogwarts'ın bu kadar büyük olduğunu söylememişlerdi.Resmen hayal kırıklığına uğramıştım.Kitabımı cekedimin içindeki bir bölmeye koymuştum.Sığdıramamıştım yarısı bükülmüş bazı yerleride sayfadan kopmuştu. Seçileceğim odada yapıştırırım diye var sayarak aldırmadım. Arabacı benim gözümün içine bakıyordu. Yine bu paragöz ahmaklardan birine raslamıştım. Resmen para dileniyordu,bahşiş için sözsüz yalvarıyor gibiydi. Bavullarımı indirip arabacıya baktım ve "Arabacı,gel bakalım bu bahşişin delikanlı." demiştim. Bahşiş için 2 knut vermiştim,aslında vermesemmi diye de düşünüyordum. Çünkü yol boyunca sallandıra sallandıra götürmüştü. Kitabımı yazarken bir anda arabanın yana kayması kalemimin kaymasına neden oluyordu. Bazen sinirlenip " Yavaş kullansana sersem!" diye bağırınıyordum. Bazı birinci sınıf çaylaklar sinirimi bozuyordu. Etrafta dolaşıp gerçekten saçma büyüler yapıyorlardı.Kıvılcım çıkarma olsun,kağıttan uçak uçurma olsun gerçekten saçmaydı bunlar. Benim için en önemli olan büyü "Avada Kedavra".Ölüm laneti,bu büyüyü yapmak için can atıyordum Durmstrang'ta öğrendiğim büyüyü burda nefret ettiğim birine yapacaktım.Fakat en çok korktuğum şey "Azkaban" hapishanesiydi.Ordan kaçmak neredeyse imkansız! Hogwarts'da geçirdiğim ilk gün bazı çaylak ve akılsız 5. sınıf Slytherin'lilerle dolaşmaktan başka birşey yapmamıştım. Gerçekten çok sinir bozucuydu. Yasak orman denilen bir yer varmış,bu ormanda yaşayan canlıların insanlara zarar verdiği için Hogwarts müdürlüğü bu ormanı yasaklamış.Bu yasak benim umrumda bile değildi.Gece yatmak için misafir odalarından birinde kalmak zorunda kaldım.Neymiş efendim seçmen şapka'nın seni seçmesi için toplantı yapılması gerekmiş.Yok böyle birşey! Hepsi palavra,işgüzarlıktan başka birşey değildi.Bavulları yerleştirmek için misafir odasına doğru adımlarımı attım.Garip hareket eden merdivenlerden çıkmıştık.Bunlardan Durmstrang'ta da vardı fakat en alt katta olduğu için sadece birinci sınıflar faydalanabiliyordu.Bizse yükümüzü kendimiz taşıyor kendimiz çıkıyorduk bitmeyen körpe merdivenleri.
Ertesi sabah uyandığımda şöyle bir etrafı kolaçan etmeliyim demiştim.Sakalımın yenisi çıkıyordu,kökünden göstermeye başlamıştı bile! Zaten benim için değerli olan üç şey var.Birincisi sakalım ikincisi asam üçüncüsü Avada Kedavra. Yasak orman'ı gerçekten çok merak ediyordum.Bir kaçamak yapmak için Yasak Orman'ın giriş bölgesini bulmalıydım.Halbuki Yasak Orman sadece öğrencilere yasak.Konuklara değil ki! Ben sadece bir konuktum,henüz öğrenci olamamıştım,seçmen şapka mazeretiyle.. Bir cüce bekçinin ordaki ormana doğru ilerlediğini gördüm.Yasak orman'a doğru ilerliyordu.Peşinden koşturdum ve "Hey,ufaklık buraya gel bakalım nereye gidiyorsun?" demiştim.Aslında sandığım gibi ufaklık değildi.Onun kocaman bir bıyığı vardı.Bir cücenin iksir öğretmeni olduğunu nerden anlayabilirdim ki? Cüce profesör bana doğru ilerledi kızmış gibi görünüyordu.Birinci adamını attı,ikinciyi attı ve parmağıyla beni işaret etmişti "Sen! Yabancı bu okulda seni tanımıyorum ve tanırsam zaten olacakları bil,ben iksir öğretmeni Jack ve seni öğrenci olarak gördüğüm anda bina puanından tam tamına on puan azaltıcam sersem yabancı!" Bunu duyduğumda şok olmuştum.Profesör olmasaydı onu oracıkta Avada Kedavra ile yere yığabilirdim.Fakat yasak ormana doğru ilerlediğini gördüğüm için "Özür dilerim efendim sadece burdan geçiyordum." diye saçmalamıştım. Profesör,zar zor oynatabildiği başını geriye çevirip yasak ormana yürümeye devam etmişti. Bense geri koşturup bir Elf heykelinin yanına saklanmıştım. Birkaç şişko Ravenclaw öğrencisi bana bakıp "Sersem." demekle yetindi.Onlara öyle bir bakış atmıştım ki kendi aralarına "Oaa,oaa hadi hemen burdan gidelim!" dedikleri anlaşılıyordu.Profesör'e kafamı çevirdiğimde kapıdan çıkmıştı bile.Gerçekten Yasak Orman'a doğru ilerliyordu.O minik ayakları benim için çok şey sarf ediyordu.Peşinden usulca yaklaşmıştım ve içimden mırıldanıyordum "Hadi küçük adam..hadi bana yolu göster..!".Profesör bir an durdu ve arkasına bakmıştı.Bende nasıl saklandığımı bile bilmiyorum aniden kaçıvermiştim. Korku ve hız birbirine yaklaşınca böyle bir şey ortaya çıkmıştı.Profesör o küçücük minyon ellerini küçücük cebine soktu ve değerli bir altın saat çıkardı.Saatin kapağı vardı ve sanırım saf altından yapılmıştı. Profesör saate baktı ve "Ouh! Ammada geç olmuş yahu,ben Yasak Orman'dan hızlıca dere otlarını toplasam çok iyi olacak." demişti.O küçücük ayaklarını sağa sola götürerek hızlı hareket ettiğini sanıyordu ufaklık.Halbukü aynı hızdaydı ve çok komik gözüküyordu.Yürürken harcadığı çaba onun terlemesine neden oluyordu. Gülmemek için kendimi zor tutmuştum ve Profesörün peşinden emeklemeye başladım. Usulca aralardan geçtik ve her tarafı ot ve ağaçla kaplı dev gibi bir seraya girdik. Profesör Jack,sanırım aradığını bulmuştu. Birkaç ot topladı ve yine o komik koşuşunu yaparak,sınıfına geri gitti. Bende yasak ormanın dibindeki serayla başbaşa kalmıştım.Burada dev gibi insan yiyen çiçekler vardı. Bazı örümcekler kafeste duruyordu ve insan kafasını kaldırdığında yukarda sallanan yarasalar insanın dikkatini çekiyordu. Gerçekten çok ürperticiydi. Bir yarasa bana doğru geldi ve "Crucio!" diye bağırdım. Yarasa birden kendini yerde buluvermişti. Çığlıklar atıyordu bende çığlığından çok hoşlanmıştım ve kısa bir gülüş attım ve yarasanın kafasını o koca botlarımla ezmiştim. Yarasa kanı ayakkabılarıma bulamıştı,avcumu açtım ve ayakkabıma sürdüm.Daha sonra avcumun içini yaladım ve yarasa kanının tadını içimde hissettim.Gözlerim dönmüştü kanın tadından. Kirpi gibi olmuş sakalımı burmuştum ve ilerledim. Seranın sarmaşıklarla süslenmiş küçücük kapısından dışarı çıktım. Dışarı çıkarçıkmaz ormanın içindeydim. Bu kadar kolay erişebileceğimi bilmiyordum. Orman tamamıyla karanlık ve ürkütücüydü. Fakat benim için o kadarda korkunç değildi. Nelerle karşılaşmıştım ben bu ağaçlardanmı korkacağım?! Asam elimde ilerlemiştim,çıkabilecek herhangi bir yaratığa Avada Kedavra sözcüğünü fısıldamak istiyordum. Fakat baykuş sesinden başka hiçbirşey yoktu. Sadece baykuş sesleri ve bazı kuşların kanat çırpışlarının oluşturuğu ses vardı. Birden baykuş sesleri yükseldi ve kulağıma çığlıkla geldi. Artık öylesine baykuş çığlığı geliyordu ki dizlerimin üstüne çökmüştüm. Kulaklarımı yarasa kanıyla boyanmış ellerimle kapamaya çalışıyordum fakat yine bir yer bulup içeri giriyordu o korkunç ses. Biraz önce yarasaya yaptığım Crucio lanetinden beterdi bu çığlıklar. Kulağımın içini kemiriyor beynimi yerinden oynatıyordu. Sonra birden tüm sesler kesildi ve sadece bir dev örümceğin çığlığı duyuldu. Boyu neredeyse benim iki katımdı. Durmstrang'ta en sevdiğim profesörlerden birisi Jim'di bize öldüren ve bayıltan bütün lanetleri öğretmişti. Tabii ki ben profesörün en gözde öğrencisiydim. Hem dersi dinleyişimle hem yaptığım yetenekli lanetlerle. Örümcekle nasıl savaşacağımı iyi biliyordum. Tam karnına Conjunctivitis büyüsü yapmalıydım. Böylece dev örümcek haykırarak yere düşüp bayılacaktı. Örümcek bana doğru yaklaştı ve ayaklarıyla göğsüme vurdu. Asam yere düşmüştü fakat örümcek çok büyük ve güçlüydü yerdende kalkmak imkansızın ötesindeydi. Örümceğin ayağı o kadar ağırdı ki atıp kalkmak imkansızdı. Devasa örümcek benim sonumu getirmek için kıskaçlarını çıkarmıştı. Heralde beni öldürüp etimin keyfini çıkaracaktı. Fakat buna izin vermemeliydim. Celallenip "Durmstrang Adına!" diye bağırmıştım kimse benim kadar cesaretli olamazdı bu şartlar altında. Ah bir asamı elime alsaydım onun mezarını şuracığa koyabilirdim. Mezar taşıda onun kıskaçları olurdu. O ufacık cüce profesör birden boyu kadar olan kapıdan belirmişti. Sinirle örümceğin ayağına yumruk atmıştım. Sonum geldi diye dua ediyordum içimden "Yardım edin profesör!" diye haykırdım bücür profesöre. Fakat bana doğru adım attı ve "Sanamı yardım edeceğim. Bunların başına geleceğini biliyor olmalıydın. Yasak ormana geleceğini adım gibi biliyordum.Gel buraya Lily." demişti. Birden örümcek ayağını kaldırdı ve Profesör Jack'in yanına geldi ve eğildi. Profesör Jack bana zorla kafasını çevirdi ve "Bu lily benim evcil hayvanım.Pek evcil olmasada seviyorum bu kızı." demişti. Bende yerden kalkmaya çalışıp üstümü başımı silkmiştim.Üstüm çamurla dolu perişan haldeydim üşümüştüm. Profesör sinirli bir şekilde bakış attı ve "Bu sana ders olsun. Bu örümcek sihir aleminin en saldırgan örümcek türüdür. Fakat o beni seviyor bende Lily'i seviyorum.Seni gördüm çok yeteneklisin ayrıca Avada kedavra büyüsünü sakın Hogwarts'da uygulayım deme.Kendini kapının önünde bulursun."

Bir Liderin Odası

Fahrenheit sıcaklık,Celcius sıcaklık.. Hiç fark etmiyor nasılsa kanımıza işliyor sıcaklık. Ormanın derinliklerinden gelen ağaç kokusu burnumu okşuyor. Nefes alışım yerdeki tozları kenarlara attırıyordu. Fare gönlüm asamdan başkasını sevmez ki sevgi gerçek olsa bile şuan bulunduğum cenabet yaşamdan ileri gitmezdi. Sihir bakanlığı denilen ahlak perilerinden birisiyim,kendimi severim ve iyiliği severdim. Gerçek olmasa bile şu sarhoş oğlu yaşamın bir kutbundan diğer kutbuna yönelip duruyoruz nasılsa. Oturduğum koltuğun yanı paslanmış,masamın kaşı çıkmış neye fayda? Gönlümü güzellikler kapatmadıkça neye fayda? Sihir bakanı olmak pek işe yaramıyordu şu günlerde,sihir dediğin insanın çıplak beynini kapatan bir şapka gibi. Ne isterdim,ne uygulardım. Büyülerim,asalarım.. benim en yakın arkadaşım. Ayrıca en son başvuracağım arkadaşımdı. Aklımdan geçen ahlak perileri beni yanıltmıyor. Kafamı yaslamış odamda düşünürken kapımı çalıyorlardı. "Müsait misin?" bu soruyu duymayalı yıllar oldu. Her zaman çat kapı gelen sakar büyücü haberlerinden yorulmuştum. Umarım iyi bir baykuş tutmuşumdur. "Gel tabii,buyur şöyle geç" kapıdan giren pos bıyıklı aydın görünen halka gözlüklü iri yarı ve kel birisiydi. "Adın ne? Geç otur,kurabiyelerimden yemek istersen çekinme. Kahverengi olanlardan al" kurabiye bu günlerde ağzımı tatlandıran tek varlıktı. Ellerimi kapatıp masanın üzerine koydum,gözlerimi gelen adama dikmiştim. Adam boğazını temizledi ve uzun bir nefes aldı. "Merhaba bay Beyaz,buraya iş için geldim." iş için gelmemesinin mümkünatı yoktu. Beni işten başka kim rahatsız edebilirdi ki? Sözünü dakik bir şekilde kesip "Biliyorum dostum,hemen konuya gir yapacak çok işim var." işim yok.. tek işim belimi ağrıtan şu siyah yastıklı,minderli eski kara koltukta oturmaktı. Eski günlerin hatrına annemin yaptığı sıcacık içimi okşayan tatlıları anımsıyordum. Onları hayal edip bu lanet olası kurabiyeleri yemekten başka şansım yoktu. "Evet sayın Beyaz,ben Bakanlık Müsteşarı'ndan bir ileti getirmek için buraya yönlendirildim." kuşkuyla adama bakıyordum burnumu çektim. Adam kahverengi kat kat buruşmuş cüppesinin içini araladı. Koca kıllı elini cüppenin içine soktu ve siyah bir kutu çıkardı. Yan yan çiçek desenli kutunun üzeri bandajlanmış "Çok Gizli" yazıyordu kırmızı latin alfabesiyle. Adam masanın üzerine paketi bıraktı ve kafasını indirip son bir kez bakar gibi kutuya bakıyordu. Uzun bir nefes aldı "Bunu kimseye söylemeseniz yararlı olur. Çok gizli.." üzerinde yazan yazıdan anlaşılacağı gibi gerçekten esrarengiz bir o kadarda ilginç kutu sırlar taşıyor gibiydi. "Pekala,gidebilirsin. Ah! Bu arada sana benden bir ikramiye." Adam kapıdan çıkmadan ayakta arkasını döndü ve işaret parmağını uzatıp "Seni gidi seni" der gibi parmağını salladı. Kısa bir gülüş attı ve dışarı çıktı. Zaman kaybetmeden kurabiyeden çıkan yağlı ellerimi bi an önce kutuyu açmak için çıkardım. Nefes almaksızın paketi açıyordum. Paket üç ayrı bandrol e sarılmıştı. Açarken anlımdan ter akıyordu adeta. Masamın üzerindeki kara çerçeveli fotoğrafa bakakaldım. Annem ile benim çekildiğimiz ilk fotoğrafdı. Paketi açamayı bırakıp sigaramdan kısa bir nefes çektim. "Ah anne,beni bu halde görseydin. Bakanlıkta çalışmamı çok isterdin,şimdi bakanlığın başındayım sevgili anneciğim." bir an için gözlerimin dolduğunu hissettim. Ben güçlü biriyim,öyle hemen ağlayıvermem. Paketi açmak için koltuğuma oturdum. Küçük bir POF sesiyle kendimi rahatlamış buluverdim. Paketi açtım ve içine elimi uzattım. Karanlık kutunun içide karanlıktı. Elimde bir rulo parşomen vardı. Üzerinde "Karahi'nin Günlüğü" yazıyordu. Bu adı daha öncede duymuştum. Karanlık bir büyücü,çok karanlık. Tam bir bilgiç,büyük ve iyi bir büyücü,yoldan sapan Slytherin'lilerin içinden gelen eski bir profesör. Parşomene baktım ve içini açtım. Kara ve kırmızı mürekkepten yazılmış eski bir çin alfabesiydi. Gereksizce burun büktüm ve "Aptal şey,ne kadar gereksiz at gitsin!" kendimi bir anda harıl harıl yanan şöminenin yanında buluverdim. Parşomeni şömineye attım ve kara ateşte yanışını seyrettim. Ateş ardında siyah şeffaf ve ele deymeyen bir is bıraktı. İs zamanla odayı kapladı ve insan yüzü oluşmaya başladı sisin derin karanlığında. "Ben Karahi'nin varisiyim. Günlüğü eğer okusaydın sen benim varisim olacaktın." dedi ve sis ortalıktan kayboldu. Korkmuş şekilde gözbebeğim büyüdü ve sisin dağılması için camı,pencereyi açmak için alel acele koşturdum. Pencere,bakanlık koridorunun içine bakıyordu. Yani sis yinede bakanlığın engin koridorlarında dolaşacaktı. "Yar yar,git bakalım kara duman." duman tıslarcasına gözden kayboluyordu. Karahi'nin varisliği iptal olmuştu. Lanetli kutunun içerisinde ayrıca benim en sevdiğim annemin yaptığı mis kokulu kurabiyelerden vardı. Karahi babam mıydı? Kurabiyelere elimi uzatarak bir tanesini kaptım ve ağzıma götürürken kokluyordum. Kokusu tıpkı ormandan toplanmış kakao tanelerine benziyordu. Üzerine çikolata kaplanmıştı bir ısırık aldım ve "Anne.." dedim. Tıpkı o eski tat gibiydi. Ağzımda dans ediyordu. Birden gözlerim kararmaya başladı ve bir sis daha gözlerimi perdeliyordu. Kulağıma birisi fısıldıyordu. Daha doğrusu çığlıktı " Oğlum kurabiyelerini ye.. Kurabiyelerini ye!" böyle devam etti..
Uyandığımda kendimi bir quidditch sahasında gibi hissettim. Meğer pis lahana kokulu Bakanlık revirindeymişim. Odada bir sürü BGT ve Bakanlık çalışanı vardı. Hepsi beni izliyordu. Madam bana yanaştı ve "Çikolatalardan yiyin,bayılmadan önce yediğiniz kurabiyeler lanetliydi. Ya bir ölüm yiyen yada ruh emicidir. Her neyse odayı boşaltın!" Büyük bir Aaah! sesi koptu ve herkes teker teker dışarı çıkıyordu. İçeride birtek Müsteşar Charles kalmıştı. "Neler oldu Charles?" Charles hiç kıpırdamadan bir süre tavana baktı,uzun ve sıkılmış bir nefes alarak başını indirdi. "Efendim,emekliye ayrılma vaktiniz geldi diye sesler yükselmeye başladı. Bütün senato aynı fikirde." ansızın lanet okurcasına bir ses çıkarmıştım kara delik ağzımdan "Ya lanet senatoyu yakarım,basını yakarım,senide yakarım Charles." Charles bir an duraksadı ve "Ama efendim.." sözünü şiddetle keserek "Efendimi yok! Istifamı kendi ellerimle vereceğim!"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lyndséy Juli
Admin | Ada Adayı
Admin | Ada Adayı
Lyndséy Juli


Rp Partneri : Ben Tek Çalışıyorum.
Mesaj Sayısı : 127
Liderlik Kapasitesi : 223
Kayıt tarihi : 20/05/10
Yaş : 29

Jonhaq Empty
MesajKonu: Geri: Jonhaq   Jonhaq I_icon_minitimeÇarş. Haz. 16, 2010 9:52 pm

30-Betimleme~13+13-26.
20-Uzunluk~14.
20-Kurgu~15.
10-İmla~10.
10-Noktalama~8.
10-Renk Uyumu~6.

79-Yetmiş Dokuz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Jonhaq
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Jonhaq

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kayıp Ada :: Rp Gelişimi :: Rp Puanlama-
Buraya geçin: